parkeymir1.jpg
parkeymir2.jpg

29 EKİM 100. YIL CUMHURİYET BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN



 Yönetim Telefonları 

 


 

   Cep: 0530 114 24 73  

 



 

TOKİ DÖNEMİ BANKA  HESAP NUMARALARI

 KULLANILMAYACAKTIR

NİYE 15 TEMMUZ?

Avrupa ve tüm dünya soyluların ve kilisenin çıkarları için kul ve köle olarak çalıştırılırken; doğudan adına Türk denen bir millet gelir binli yıllarda. Anadolu’yu vatan yapan bu millet, cesareti, yiğitliği, hoşgörüsü, adaleti, devlet düzeni ve insana verdiği değer ile göz kamaştırmaktadır. İnancından ve kültüründen aldığı ilham ile hükmettiği her yerde insanlık dersi vermektedir. Dünyevi ihtiraslarını ve çıkarlarını düşünen kıta Avrupa’sı, bu yıllarda pazarlarda insanları köle diye alıp satmakta, arenalarda şölen adı altında hayvanlara yiyecek diye takdim etmektedir. Bu ayrıcalıklarını kaybetmek istemeyen asiller sınıfı  Papa’nın organize etiği güçlerle 1095 yılında başlayan ve 1291 yılında biten haçlı seferlerini başlatırlar. Amaç; kutsal toprakları (Kudüs) kurtarmak ve tahtlarını sallayan insanları geldikleri yere (orta Asya) geri göndermektir. Oysa bu insan güruhu geçtiği her yeri yakıp yıkmakta, ayrım yapmaksızın (Müslüman, Hristiyan, Yahudi vs.) öldürmektedir. Güçlerini oturdukları tahttan, kiliseden ve sömürdükleri insanların paralarından alan bu kontlar, dükler tarihi yanılgıları ile karşı karşıya kaldılar. Karşılarına aldıkları millet (Türkler) ölümden korkmuyorlardı.
Onların ülküleri vardı. Varlığına ve birliğine iman ettikleri Allah’ın nebisi Hz.Muhammed Mustafa’nın (sav.) müjdesine kavuşmak (İstanbul’un fethi). Hedefleri vardı Kızıl Elma. İlayi Kelimetullah uğruna (İslam’ı yeryüzünün her tarafına ulaştırmak) tek gayeleridir. İşte bu tarihlerde başlar haçla hilalin savaşı.
Bu mücadele yüzyıllar sürer. Savaş alanlarında yenememişlerdir bu milleti. En sonunda ‘Türklerin elinden Kur’ân-ı Kerim’i almadıkça onları yenemeyiz’ demişlerdir. (Birleşik Krallık Başbakanı William Ewvart Gladstone) Öyle bir kin ki bu; Japon Prof. Yuzo Nagata, 1960'larda Amerikalı bir Türkologla Galata Köprüsü'nden geçiyorduk. Durdum ve "İstanbul'a bak, ne kadar güzel" dedim. Amerikalı da "Evet, bir de Türklerin olmasa", diye karşılık verdi." Hiç unutamazlar ve hiç kabul edemezler Türklerin Anadolu’yu vatan yapmalarını.
Savaş alanlarında bu milleti yenemeyeceklerini anlayan haçlı dünyası bir taraftan kültür emperyalizmi ile örf ve adetlerimizi unuttururken, Cumhuriyet’ci-Osmanlı’cı gibi yalanlarla aydınlar üzerinde oyunlar oynuyor, alevi-sünni/ Türk-Kürt/ sağcı-solcu gibi fikirlerlede bu milleti bölme senoryaları geliştirmeye çalışmışlardır. Bu kargaşalar sonucu ayaklanmalar, ihtilaller ve ayrıştırma oyunları hep hüsranla bitmiş. Çünkü bu millet gücünü varlığına ve birliğine inandığı Allah’tan almaktadır. Yaşamını ve inancını son peygamber Hz.Muhammed Mustafa’nın (sav.) sünneti ile şekillendiren ve onun vasıtası ile insanlığın kurtuluşu için indirilen Kuran-ı Kerim ile hayat felsefesini oluşturan bu milletin yenilebilmesi için onlar gibi konuşan, onlar gibi inanan (sözde) ve onlar gibi yaşayan piyonları bulmaları gerekmektedir. İşte o zaman bu milletin güvene dayalı komşuluk hukuku zedelenecek, günlük yaşamda bireyler kuşku içinde olacak ve toplum devlet ilişkisi zaafa uğratılarak yüz yıllardır baş eğdiremedikleri bu aziz millet yok edilecekti. Bu piyonları buldular da. 
Bunlar; ‘’ İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah'ı şahit getirir; oysa o azılı bir düşmandır.’’ (Bakara Suresi, 204. Ayet) İşte bu ayette ifade edilen ve adına FETO denilen bu zavallılar topluluğu efendilerine hizmet edebilmek için üstlendikleri görevi 15 Temmuz 2016 tarihinde hayata geçirmek isterler. Hani Akif Çanakkale için der ya ‘’ Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;’’ işte tam izahı budur 15 Temmuz akşamının. Çanakkale’de yapamadıklarını bu sefer içerdeki uşakları ile dener bu medeni..! Avrupa. 
Kim ne olduğunu bilemez, kimi kaçmış, kimi saklanmış, kimi korkmuş ama biri var ki haykırmış Ankara sokaklarında ‘’bu bir kalkışma hareketidir, kabul edilemez, hükümetin yanındayız.’’  Dönemin başbakanı CNNTÜRK’ten açıklama yapar ‘’en ağır şekilde cezalandırılacaklar, herkesi sokağa davet ediyorum.’’
Ama birileri daha vardı; o ölüm kusan göklere göğüslerini siper etmiş kahramanlar. 
Kimi zengin kimi fakir, kimi işçi kimi memur, kimi köylü kimi kentli, kimi aç kimi tok, kimi kadın kimi erkek, kimi anne kimi baba, kimi oğul kimi kız, kimi genç kimi yaşlı hepsi tek yürek ve hepsi VATAN SEVDALISI, MİLLET AŞIĞI atalarından aldıkları emaneti sonrakilere sapasağlam teslim etmek için ÖLÜME GÜLEREK koşanlar. İnsanlık var oldukça bu kavga bitmeyecek. Çünkü bu kavga hak ile batılın, doğru ile yanlışın, sömüren ile sömürülmek istenenin, HAÇLA HİLALİN kavgası.  
 
“Allah yolunda öldürülenlere sakın “ölüler” demeyin. Çünkü onlar diridir, fakat siz farkında değilsiniz.” (Bakara 2/154) 
Ümmetime ağır gelmeyecek olsaydı, hiçbir seriyyeden geri kalmaz, hepsine katılırdım. Allah yolunda şehit olmak, sonra diriltilip tekrar şehit olmak yine diriltilip tekrar şehit olmak isterdim.” (Buhârî, Îman 26; Müslim, İmâre 103, 107)
Gazi Mustafa Kemal onun için Cumhuriyeti emanet ettiği gençlere ‘’Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.’’ diyerek bu aziz milletin kendine inanmasını ve güvenmesini kısaca TÜRKÜN TÜRKTEN BAŞKA DOSTU OLMADIĞINI ifade etmiştir.
Halil İbrahim YILDIRIM (2001)………………….Yusuf ÇELİK (1951) ve aralarındaki 248 kahramanı minnet ve şükranla anıyoruz. Ruhları şad, mekanları cennet olsun. 
 
Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir.
   15 TEMMUZ’U UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ
 
Ramazan YALGIN
Park Eymir Toplu Yapı Yön.Kur.Bşk.
 

FATİH SULTAN MEHMET HAN (2. MEHMET)

  Takvim yaprakları 11 Temmuz 1995 tarihini gösterirken, tarih kitaplarına aşağıdaki not düşülüyordu. 

 ‘’Binlerce mezar taşının üzerindeki tarih aynı, 11 Temmuz 1995… Burası Srebrenitsa'daki Potoçari Mezarlığı... 11 Temmuz 1995 gününden başlayarak, 3 gün içinde, burada en az 8 bin Boşnak kurşuna dizildi; binlerce kadın ve çocuk canlarını kurtarmak için evlerini terketmek zorunda kaldı. O gün Sırp güçleri şehre girerken hiçbir direnişle karşılaşmadı. Zira bölge, Birleşmiş Milletler tarafından "güvenli bölge" ilan edilmişti. Silahları alınmış Boşnaklar tamamen savunmasızdı.’’
 Hani var ya tüm dünyaya insan hakları dersi vermeye çalışan kendini medeni sanan Avrupa; işte tam ortasında meydana gelen soykırımı sadece seyretmiş, tek bir kelime bile söyleyememiştir. Dikkat ettiniz mi bölge Birleşmiş Milletler tarafından da güvenli bölge ilan edilmiş. İşte tarihi gerçek bu Türkiye’yi her konuda eleştiren ve batılı..!(medeni) diye bize yıllarca yutturulan büyük..! devletlerin bulunduğu coğrafya.
Ama bizin ceddimiz; 530 yılı önce 1461 yılında bakın nasıl fermanlar yayınlıyordu.
 ‘’Ben ki Sultan Mehmet Han’ım; sıradan ve seçkin bütün insanlar tarafından bilinsin ki, bu padişah buyruğunu ellerinde bulunduran Bosnalı [Fransisken] ruhbanlara büyük bir lütufta bulunarak şunları buyurdum: Adı geçenlere ve kiliselerine hiç kimse engel olmayacak ve sıkıntıvermeyecektir ve onlar sakınmaksızın ülkemde yaşayacaklardır. Ve kaçıp gidenler bile güven içinde olacaklardır. Gelip ülkemizde korkusuzca oturacaklar ve kiliselerine yerleşeceklerdir. Ne ben, ne vezirlerim, ne kullarım, ne uyruklarım, ne de ülkemin bütün halkından hiç kimse adı geçenlere — kendilerine ve canlarına ve mallarına ve kiliselerine ve dışarıdan ülkemize gelenlerine— dokunmayacak, saldırıp incitmeyecektir. Yeri, göğü yaratan Rızıklandırıcı adına ve Kur’an adına ve ulu Peygamberimiz adına ve yüz yirmi dört bin peygamber adına ve kuşandığım kılıç adına yemin ederim ki, bu kişiler emrime itaat ettikleri sürece, bu yazılanlara hiç kimse uymazlık etmeyecektir. Böyle biline.’’
 Bakın fetihten önce Bizanslılar ne diyordu. Grandük Notoras "Şehirde Latin külahı görmektense Türk sarığını yeğlerim" diye en veciz biçimde ifade etmişti.
 Niye söylenmiştir bu söz. Çünkü Bizanslılar Kudüs’ü Müslümanların elinden kurtarmak için Papa tarafından bir araya getirilerek Anadolu üzerinden Kudüs’e gönderdiği Haçlı Ordusunun Bizans’ta (1096-1272)  yaptığı vahşeti yaşamıştır. Hangilerini sayalım. 
Şimdi şu soruyu soralım kendimize dünyanın incisi, gözbebeği İstanbul, böyle çapulculara bırakılır mı. Asla. 
Birde her şeyin mutlak hâkimi Allah’ın, sevgili nebisi Hz.Muhammed Mustafa (sav.) hadisi vardır; tüm padişahların rüyasına giren. “Letüftehanne’l Kostantıniyyete, ve le ni’mel emrü zâlike’l emr, ve le ni’mel ceyşü zâlike’l ceyş” “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.”
İşte bu methiye 12 yaşında tahta çıkan, 21 yaşında fethi gerçekleştiren FATİH SULTAN MEHMET HAN ve Türk Ordusu içindir.    
 Yeryüzünde başka bir millet yoktur böyle övgüye mazhar olan. Aksine lanetlenen milletler vardır.
 O, Devlet Yönetimiyle Ötüken’de Bilge Kağan, ilmiyle Türkistan’da Ahmet Yesevi, Malazgirt’te imparatorluklara diz çöktüren Sultan Alparslan, Kosova’da duasıyla rüzgârın yönünü değiştiren 1. Murat, Niğbolu önlerinde bir aydan önce gelemez denilen yolu bir haftada alan Yıldırım’dır. O, inanmışlığı ile Hz. İsmail, sadakatiyle Hz. İbrahim’dir. O, çağ açıp çağ kapayan bir yiğittir.
 Fethin 567. Yıldönümünde Sultan Mehmet’i ve fetihte görev almış tüm ecdadı rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz.
Ramazan YALGIN
Toplu Yapı Yönetim Kurulu Başkanı
 
 
 

TÜRK MİLLETİNE UMUTSUZLUK YAKIŞMAZ…..!

 İnsanlık tarihine Hunlar ile adını yazdıran Türkler; çağın her döneminde kendi kahramanlarını yetiştirerek, hür ve bağımsız yaşamışlardır. 40 arkadaşı ile Çin Sarayını basan Kürşad ile Kafkas Kartalı Şeyh Şamil işte bu kandandır. İmparatorluklar yıkan, çağ açıp çağ kapayan yine bu soydan gelenlerin tarih yazdıkları dönemlerdir.

Yeryüzünde hiçbir millet yoktur ki bir peygamberin methine mazhar olsun. ‘’ “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.”  Yine hiçbir millet yoktur ki, hasta, öldü, bitti denerek yedi cihanın saldırıları karşısında yine bağrından çıkan kahramanlarla varlığını, birliğini daim kılsın.
İşte kaybedilen birinci dünya savaşı sonunda Türkleri geldikleri yere göndermek için yemin etmiş yedi düvelle Anadolu’yu parselleyenler yetmemiş, Avrupa’nın şımarık çocuğuna da bu güzel memleketin bir yöresi peşkeş çekmişlerdir. 
Hiçbir ahlaki kural tanımayan, insanlıktan bir haber, tek bildikleri yağma, işkence ve katliam olanlar yine karşılarında; Alparslanların, Yıldırımların, Fatihlerin, Yavuzların torunları olan Hasan Tahsinleri, Sütçü İmamları, Şerife Bacıları, Kara Fatmaları, Halide Onbaşıları, Hafız Selman İzbelileri (TBMM ilk Kadın Milletvekili) ve Kara Yılanları bulurlar.
İşte bu aziz millet yine bağrından bir kahraman çıkarır ve o kahraman ‘’Ya İstiklal, Ya Ölüm’’ düsturu ile Samsun’a çıkar. Onun adı MUSTAFA KEMAL’dir.
Havza’da yöre eşrafından Sıtkı Hoca şöyle hitap eder:
“Yangın saçaklığı sardı. Yanıyoruz! Tek çaremiz, silaha sarılmaktır.
Derhal silahlarınızı temizleyiniz! Silahı olmayan baltasını, baltası olmayan sağlam bir odunu eline alsın, derhal saldıracağız! Önce içimizdeki ekmek bilmez hainleri, sonrada yurdumuzu işgal eden düşmanları temizleyeceğiz!”
Bugün olduğu gibi dün de hainler vardır…………..
Öyle bir destan yazılır ki Anadolu topraklarında dost düşman herkes bu milletin boyunduruk altında yaşayamayacağını öğrenir. Bu mücadelenin sonunda ortaya pırıl pırıl Türkiye Cumhuriyeti doğar. Bitmiş umutların yeşerdiği, gelecek umutlarının yeniden filizlendiği bu eseri Gazi gençlere hediye eder.
"Milletin bağrından temiz bir nesil yetişiyor. Bu eseri (Türkiye Cumhuriyetini) ona bırakacağım ve gözüm arkamda kalmayacak."(Mustafa Kemal ATATÜRK)
19 Mayıs 1919 tarihinde kutlu olsun Samsun’da karaya ayak basan Mustafa KEMAL bu mücadelenin sonunda Gazi unvanını alır ve Türk Milletinin kendisine layık gördüğü ATATÜRK soy ismi ile Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olarak her zaman inandığı ve güvendiği bu aziz milletin bağrında yaşayacaktır.
Şairin dediği gibi ‘’Bayrakları Bayrak Yapan Üstündeki Kandır, Toprak Eğer Uğrunda Ölen Varsa Vatandır.’’ Bu mücadeleyi veren tüm kahramanları minnet ve şükranla anıyoruz. 
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı Kutlu olsun.

Ramazan YALGIN
Park Eymir Toplu Yapı Yönetim Kurulu Başkanı
 

 

RAMAZAN BAYRAMI

 

 

 

 

Başlangıcı rahmet, ortası günahlardan bağışlanma ve sonu ise kurtuluş olan bir Ramazan ayına daha kavuşmuş bulunmaktayız.

Bir Hadisi Şerifte Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur. “Ramazan ayının ilk gecesi olunca, cennetin bütün kapıları açılır. Ay boyunca bir tane bile kapı kapatılmaz. Allah Teâla, bir çağırıcının şöyle nida etmesini emreder:’ Ey iyilik isteyen! Gel ey kötülükte ileri giden! Kendine dikkat et.’ Sonra der ki: ‘ Yok mu bağışlanmak isteyen, o bağışlanacaktır. Yok mu bir şey isteyen, istediği verilecektir. Yok mu tövbe eden, tövbesi kabul edilecektir.’ bu davetler yer ağarana kadar devam eder.”

Ramazan’da bir farzı eda etmek ise Ramazan dışında yetmiş farzı yerine getirmek gibidir. O ay sabır ayıdır. Sabrın sevabı ise cennettir. Bu ay yardım ayıdır. Bu ay mü ‘minin rızkının arttığı bir aydır kim bu ayda bir oruçluya iftar açtırırsa, bir köle azad etme sevabı alır ve günahı bağışlanır.

İçerisinde bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen Kadir Gecesini barındıran Ramazan ayının site sakinlerimize, azizi milletimize ve tüm insanlığa hayırlara vesile olmasını dileriz.

PARK EYMİR TOPLU YAPI YÖNETİMİ

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

 

‘’Bu Yüksek Meclisin en yaşlı üyesi sıfatıyla ve Allah'ın yardımıyla milletimizin iç ve dış tam bağımsızlık içinde alın yazısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip, kendi kendisini yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek, Büyük Millet Meclisi'ni açıyorum.’’

 

 

                    

 

 

 

 

Sinop Milletvekili Şerif Bey tarafından yukarıdaki sözler ile tüm dünyaya 23 Nisan 1920 tarihinde Türk Milletinin yegâne temsilci olarak ilan edilen TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’nin 2020 yılı yüzüncü kuruluş yıldönümüdür.

Türk siyasi tarihinde ilk parlamento Osmanlı döneminde İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda yapılan törenle 19 Mart 1877'de açılmıştır. Bu meclis Kanuni Esasi'ye göre "Meclis-i umumi" olarak adlandırılmıştır. "Ayan meclisi" ve "Meclis-i Mebusan" olmak üzere iki kısımdan oluşan bu meclis, ilk oturumunu 20 Mart 1877 tarihinde Sultanahmet'teki İstanbul Üniversitesi binasında yapmıştır. Kısa süren bu meclis 93 Harbi nedeniyle dağılmıştır.

1908'de bir seçim kanunu dikkate alınarak ilk seçim yapılmıştır. Seçme yaşı 25, seçilme yaşı 30 olan bu seçimlerde vergi ödeyenler oy kullanabiliyordu. 17 Aralık 1908'de yeniden açılan meclis, İstanbul'un işgali'ne kadar açık kalmıştır. Üç yıl sonra ise İstanbul'da ilk kez bir ara seçim yapılmıştır. Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'ndan yenilgiyle çıkmasından sonra bu meclis Mondros Ateşkes Anlaşması sonrasında İstanbul'un işgali nedeniyle 11 Nisan 1920'de resmen kapanmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk, bunun üzerine Heyet-i Temsiliye'yi temsilen meclisi Ankara'da toplanmaya çağırmış ve 21 Nisan 1920 tarihinde yayınladığı bir bildiri ile meclisin 23 Nisan 1920 tarihinde toplanacağını duyurmuştur. 23 Nisan Cuma günü Hacı Bayram Camii'nde kılınan Cuma namazının ardından dualar ile meclis açılmıştır.. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Meclis-i Mebusan üyelerinden oluşan 324 milletvekili ile kurulan meclis, zorluklar nedeniyle 115 milletvekili ile açılmıştır. Aynı gün gerçekleşen toplantıda meclis adının "TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ" olmasına karar verilmiştir.

. "EGEMENLİK, KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR" ilkesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin varoluşunun temel dayanağını oluşturmuştur.

            Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından; özgürlüğün, eşitliğin ve adaletin temel dayanağı olarak ‘’ULUSAL EGEMENLİK’’ gösterilmiştir.

            23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMINI Türk Milletine duyduğu güven ve inanç ile gelecekteki Cumhuriyetin yılmaz savunucuları olan çocuklara armağan eden Mustafa Kemal ATATÜRK her konuşmasında Türk gençliğine Cumhuriyetine emanet etmiştir.

 

            Site sakinlerimizin ve Büyük Türk Milletinin 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMINI kutlar, nice yüzyıllara kavuşmasını dileriz.

 

 

PARK EYMİR TOPLU YAPI YÖNETİMİ

 

 

EVDE KAL TÜRKİYEM..!

 6 Çocuğu olan bir baba 81 yaşında eşini kaybedince kızın yanında kalır, rahat edemeyince Huzurevine gelir. Hafta bir kızı tarafından ziyaret edilir, kendini yalnızlığa gömmüş. Genç yaşta evlenen bir anne 19 yaşındaki eşini bir trafik kazasında kaybeder, şimdi 76 yaşında Huzurevinde ‘’alıştım yalnızlığa’’ diyor.

 4 yıldır Huzurevinde kalan Duran Emmi 93 yaşında 20 yıl önce kaybetmiş eşini; "ben onları Allah'a havale ettim, Allah bildiğini yapsın onlara" diyor. Çocuklarının ziyaretine gelmemesine çok üzülüyor.  "Ama olsun yabancı insanlar gelip bizi ziyaret ediyor" diyerek teselli buluyor.
 Yaşadığımız dünyada yukarıda çok basit örnekler verdiğimiz toplumumuzun yaşlılarla ilgili davranışlarına verdiğimiz örnek Türk toplumunun tamamını kapsamamaktadır.
 Yaşlılık, yetişkinliğin bir uzantısı olarak yaşam süresinin ileriki döneminde fiziksel ve ruhsal değişimlerin görüldüğü bir evre olarak tanımlanmaktadır.
 İlk insan topluluklarından bu yana vahyin biçimlendirdiği toplumlarda yaşlılar, geleceği kuran insanlar bağlamında takdire değer ve saygı duyulması gereken muhataplar olarak algılanmışlardır. Ayrıca İslami ve insani değerleri taşıyan ve yaşatmaya çalışan yaşlılar, tecrübe ve birikimleriyle hayata daha olgun ve dengeli bakabilecek insanlar olarak değerlendirilmişlerdir. İslam toplumunda gençlerin dinamizmi ve heyecanları, yaşlıların tecrübesi ve olgunluklarıyla dengelenerek hayat çeşitlendirilmiştir.
Türk Kültüründe de ‘’söz büyüğün, su küçüğün’’ gibi sözlerle büyüğe saygı vurgulanmış, oğuz destanlarında da bugün olduğu gibi el öpme büyüğe saygının bir ifadesi olarak görülmüştür.
 21 yüz yıl yaşantısında aile içinde dayanışma azalırken bu azalma neticesinde de kendinden başka her bireyin yük olarak algılandığı bir yaşam tarzında çocuk için kreşler, yaşlı için çeşitli bakımevlerinin varlığı elzem bir hal almış, insanlar arasında iletişim ve dayanışma kaybolmaya başlamıştır. Bireyselliği önceleyen "Aydınlanma" süreci ve liberalizm, kalabalıklar içinde yalnız bireyler üretmiştir.
 
Aile içi kuşaklar arası dayanışmanın yerine 'ilişkiler' geçti. Modern yaşamda yaşlı insan, aileye ekonomik açıdan veya emek gücü bakımından fayda sağlıyorsa sevilen, değer gören, fakat bunun aksi bir konumdaysa o zaman sevilmeyen bir yaşlı olarak görülmektedir. Büyük aile sıcaklığını ve dayanışmayı yok eden modern şehir kültürü aile bireylerini de karşı karşıya getirmekte ve ailenin parçalanmasına neden olmaktadır.
  İşte toplumumuzda bulunan ileri yaş grubundaki insanlarımız bir ‘’değer’’ midir, bir ‘’sorun’’ mudur?
Bu soruya vereceğimiz cevap bu gün yaşadığımız ve her bireyin kendini izole etmesi açısından eve kapandığı zaman içerisinde evlerinde dışlanmış, yalnızlaştırılmış ve değersizleştirilmiş duygusuna kapılması muhtemel varlık nedenimiz olan yaşlıların korunup kollanma dönemidir.  Biz de diyoruz ki ‘’HAYDİ ARKADAŞLAR SİTELERİNİZDE BULUNAN 65 YAŞ ÜSTÜ SAKİNLERİNİZİ ZİYARET EDİNİZ, İSTEK VE TALEPLERİNİ ALINIZ VE ONLARA YALNIZ OLMADIKLARINI GÖSTERİNİZ.’’
Saygılarımızla.
Ramazan YALGIN
Top.Yapı Yön.Kur.Bşk.